“…Sadece üretmeye devam. Artık ne zaman nasıl olursa o an görmek biraz daha iyi. Çünkü, her şey çok hızlı değişiyor…”

Fotoğraf : Deniz Bankal

Bugünlerde en çok Bubituzak ve Gaye Su Akyol gibi isimlerle müziğini duymaya alıştığımız; daha eskilerde birçoğumuzun Çilekeş ile tanıdığı, zaman içinde Korhan Futacı & Kara Orkestra, Yasemin Mori gibi başka birçok müzisyen ve grupla, izleyenlerimizin Dip dizisinde de kulağına çalınmıştır, birçok üretimde yer alan çok enstrümanlı ve disiplinlerarası müzisyen / prodüktör Görkem Karabudak ile görüşme fırsatı yakaladık…

Fotoğraf : Deniz Bankal

Bu sohbetle birlikte, sizlerle paylaşmak üzere hazırladığımız diğer görüşmelerde de gündemimize sıklıkla gelen belli başlı ortak dertlerin, çözüm düşüncelerinin olduğunu görmüş oldum. Bazı şeylerin altı daha çok çiziliyor, her görüşme bir diğerini tamamlıyor ya da bir diğerine habersizden cevap oluyor… Umarım bu seri tamamlandığında bu bakışla görüşmelere tekrar bakar, kendimize bir hatırlatma notu bırakmışız gibi, işe koyuluruz.

Bilmem söylememe gerek var mı, Görkem Karabudak’ın sevenlerince epeydir beklenen solo projesi de yavaş yavaş bizimle buluşuyor. Geçtiğimiz günlerde ikinci single “Cinler Tepemde” yayınlandı! Kendisiyle pandemiyi ve tüm bu süreçten bağımsız, müzik dünyasının içinde olduğu hâli, bu süreci nasıl geçirdiği ve deneyimlediğini, dahası neler gözlemleyip kendine nasıl bir üretim alanı açmaya çalıştığını konuştuk.

Ikinci single hayırlı olsun, sözlerini çok sevdim. Müzikal olarak karar veremediğim anlar da “bir dakika ne oluyor” dediğim yerler de çok oldu. Dinlerken diri tuttu diyeyim. Ellerine sağlık! 

Çok teşekkür ederim… 

Pandemi senin için, nasıl geçti? Hem işin mutfak kısmındasın hem grup müziği yapıyorsun hem solo projen var. Müzik endüstrisinin içinde olan çıkmazı çok uzun süredir her açıdan belki görme şansın oldu. Biraz bunları da düşünerek nasıl geçtiğini anlatabilir misin? 

Tabi ki. Aslında bakarsan solo proje için uzun süredir bahanem zaman ve enerji bulamamaktı. Kenarda beklettiğim fikirler vardı ama önce kafamı toplamam gerekiyordu. Tam da pandemi öncesinde biz Gaye Su Akyol’la uzun ve geniş çaplı bir turnede olduğumuz için yerleşik bir hayat yaşamayalı da uzun zaman olmuştu. Sürekli bir yerden öbürüne gittiğimiz bir süreçti. Evde şöyle bir iki ay geçirelim, diye içimizden geçiyordu. Böyle olunca da iyi tarafından bakarsak biraz kafamı toplama süreci gibi oldu. Hatta, ilk başlarda çok iş birikmişti. Bitirmem gereken, prodüksiyonunu yaptığım bir albüm vardı, 1-2 miks vardı elimde; çalıştığım gruplarla ilgili bir şeyler vardı filan…  Ilk zamanları bir süre oyalanarak geçti evde. O yüzden herkesin sanki çok tatlı bir anıymış gibi evde kalıyoruz, dans ediyoruz, ekmek yapıyoruz furyasına çok katılamadım. Çünkü o zamanlar hakikaten işleri yetiştirmek ve kendimle tekrar senkron hâle gelebilmek için bir çabam vardı. Giderek tamam, yakalıyorum derken albümüm ile ilgili bir şeyler de karalayınca bir oh, dedim. Ama sonra fark ettim ki devam ediyor bu pandemi… Hazır kapanmışken kaydederim ben bunları, diyip yola çıktım ama arada yeni şarkılar gelince onları heyecanları daha üzerimdeyken paylaşma fikri daha ağır bastı. Biraz canlı hissetmek istedim. 5-10 tane şarkıyı bekleyip çıkarmak daha makul bir şey gibi görünürken yaşıyor muyum ya acaba gerçekten, diye sorguladığım bir dönemde beni biraz harekete geçirdi açıkçası…. Yani aslında benim için bu dönemde üretim, üretmek tek kaçış yolu oldu diyebilirim. 

Sevindim, kulağa çok olumsuz gelmiyor…

İyi taraflarından bahsetmek istedim, diyelim (gülüyoruz). 

Single çıkartmak sanki genel olarak daha tercih edilir oldu artık değil mi? Yani çok hızlı bir akış var ve dinleyici de onu sindirebilsin filan isteniyor sanki… 

Belki de öyle… Ben 45-50 dakikalık albümleri kaset formatında baştan sona kesilmeden dinlemeye alışmış bir nesilden geldiğim için, şu anda bir şarkıyı dinlerken diğerine geçiş hızım beni bile şaşırtıyor yani… Normalde bunun bir ritüel gibi olduğu bir dünyadan geliyorum aslında… Bir albümü baştan sonra dinlemek, bu nasıl B4 şarkısı falan gibi konseptlere inanmış, o illüzyona kapılmış bir kuşak. (gülüyoruz) E ama, dijital müzik platformlarında yeni bir şeyleri bulmak, çok şeye hızlıca ulaşabilmek gibi avantajları var… İnsanın kendini düşürdüğü garip bir hâl… Sindirmeden diğerine bakmak sonra bir yerde kendini kaybolmuş bulmak… Dinleyicilerin o kadar uzun vakit ayırmayacağını düşünürsek belki evet mantıklı bir yaklaşım gibi olabilir ama ilk çıkışını yapan biri için biraz zor oluyor çünkü daha önce kendinizi yeterince anlatma fırsatı bulamayıp 3-4 dakikada en iyi şekilde özetlemeniz, ifade etmeniz gerekiyor. O konu benim için zorlayıcı olabiliyor mesela, genelde bir konsept içerisinde gel-gitli ve farklı tansiyonlardan oluşan kompozisyonlara kayıyor elim-aklım. Ancak albüm çıktığında şarkılar arasındaki bütünlüğün daha iyi anlaşılabileceğini tahmin ediyorum.

Peki, Görkem herhangi bir meslek odası, meslek birliklerine kayıtlı mısın? 

Evet, MSG üyesiyim.

Destek alma meselesi pandemide senin açından nasıl oldu, işine yaradı mı yani? Ya da belki gördüğün aksaklıklar neydi bu destek alma mevzusuna dair? 

Ben ilk aşamada onu tercih etmedim. Gerek katılım şartlarını benimseyememem, gerekse o dönem daha çok ihtiyacı olanların faydalanması için geride durma isteğim yüzünden. Şahsen mümkün olduğu kadar istikrarlı ve geçerli bir çözümün peşinde koşmayı yeğlerdim. Ancak tabi ki zor durumlarda kalan meslektaşlarım adına bir nebze de olsa kurtarıcı olabilmişse ne âlâ. 

Orayı da merak ediyorum aslında, o konuda ne düşündüğünü… O desteğe başvurmamış olman aşı olma durumu etkiledi mi? Gerçi şu anda herkese açtılar anladığım kadarıyla ama hani o başta müzisyenler için dedikleri noktada kayıtlı olma algısı da bir tuhaftı sanki… 

Aslında tam da dediğin gibi…Meslek birliklerine kayıtlı isimlerin gönderilen listede olmalarına rağmen ben dahil birçok arkadaşıma çıkmadı. (Bu görüşme 16 Haziran günü gerçekleşiyor). Bana da önceki akşam çıktı ama muhtemelen yaşım geldiği için. Denklemi de çok çözemedim açıkçası.  Sanki başka bir mecranın takdiri gibi, her konuda olduğu gibi, diyelim (gülüyoruz). 

Gaye Su Akyol’la birlikte yanılmıyorsam, bir festival kapsamında yurtdışı konserimiz oldu yakın zamanda…

Yakın zamanda yakın zamanda, evet en son Kiev’de çaldık. Iki üç hafta önce filan… 

Böylesi süreçte, yurtdışında bir konser ortamında bulunmak nasıl bir deneyimdi, nasıl geldi? 

Çok enteresandı… Yani aslında bu biraz aşılı olmakla da ilgili. Ukrayna sadece PCR testi ile dışarıdan gelen insanları kabul ettiği için biraz tedirgin olarak gittik biz de. Ama yani çoğu insan bir de maskesizdi sokaklarda ve festivalde. Biz de herhalde yani aşılarını oldu bu insanlar da o yüzden böyle bir rahatlama var, diye düşündük. Sonra organizasyonda çalışan bir görevliyle sohbet ederken öğrendim ki birçoğu birinci aşıyı olmuş, ikinci aşılar gelmemiş… Sonra sanırım dışişleri bakanını istifa ettirip kendi sorumluluklarını almışlar gibi bir durum vardı. Sokakları filan da geniş ya caddeleri vs. biraz daha mesafeyi korumak herhalde kolay oluyor, bilmiyorum… Festival alanı kalabalıkken tedirgin olsak da tekrar sahnede olmanın mutluluğu hepsinin önüne geçti sonuçta.

Peki buradan şunu sorsam, Redd grubu çok mütevazi bir ekipmanla açık havada konser verdi, bir şey yaptı ve bu yapılabilir, dedi… Ya da birçok ekip bir araya gelip bu sadece pandemi ile alakalı değil, uzun süredir içinde olunan sıkıntılı süreç için ne yapılabilir diye çalışmaya başladı. Birçok kanalda birbirinden farklı müzik sahnesinden isimler bir araya gelip röportajlar verdi. Yeni kolektifler kuruluyor…

Mutlaka iyi niyetle bir şeyler yapılmak isteniyor. Sosyal medyada da bununla ilgili çok şeyler konuşuluyor. Clubhouse’da bununla ilgili odalar açıldı, Zoom’da çeşitli konferanslar düzenlendi filan, elimden geldiği kadar katılmaya çalıştım… Ben yasak olmadığı zaman bisikletle sahil şeridinde turluyordum, parklarda ve çim alanlarda sokak müzisyenleri bu dediğini zaten aylardır yapıyorlardı. Baya geniş kitleleri toplayanlara da denk geldim.  Sadece seslerini basında duyamadık. Redd popüler bir grup olarak bu imkânı iyi bir şeye vesile olmak adına, ilham verici olabilmek adına iyi kullandı. Bence de güzel bir hareketti. Açık havada daha çok zaman geçirebileceğimiz günlerin gelmesi ve aşılanmanın artmasıyla aslında bunu hep beraber daha da ileriye götürebiliriz. Ancak geçtiğimiz kış, salgının en tepe noktasında daha iyi organize olunsaydı neleri değiştirebilirdik veya daha önce ne yapılabilirdi diye sorarsan… 

Sorarım tabii (bu kez yalnız ben gülüyorum),

Bence yine mesafeli konserler açık havada, daha fazla yapılabilirdi. Bir ara bir otopark konseri serisi vardı. O daha da geliştirilebilirdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bir projesi var. Şimdilik sadece performans sanatçılarının içinde bulunduğu bir şey gibi görünüyor ama duyduğum kadarıyla uzun vadede evde müzik yapanların, aranje veya belki miks yapanların dahi, hepsinin zamanla kademe kademe dahil olabilecekleri, kapsayıcı bir proje. Yani umarım buna gerek bile kalmadan hepimiz kendi işimizi istediğimiz gibi yapabilmenin yollarını buluruz. Buhranlardan çıkışlarda meşhurdur ya, belki her şey daha bile güzel olabilir diye inanmak istiyorum.  Ama bir araya gelmekte çok zorlanıyoruz. Birbirimizi dinlememek gibi bir huyumuz var bizim. Veya “ha onlar mı? ya onlar zaten hep şey…” gibi. Bu yüzden de tartışmalar aslında bir yere varmıyor gibi… Ben de izlediğim, dinlediğim veya katıldığım konferanslarda genellikle bir yere varılamamasının nedeninin birbirimizi dinleyememek olduğunu düşünerek ayrıldım maalesef.

Yani o zaman covid sonrası döneme dair, bir arada olma bilinciyle ilgili umudun pek yok diyebilir miyiz?

Hayır, var gayet tabi var. Sadece herkesin buna ne kadar dahil olabileceği ile ilgili çekincelerim var. O da herkesin kendi tasarrufudur yani. Türkiye’deki müzik endüstrisinin müzisyenler için daha konforlu bir alan haline gelmesi adına hâlâ çok fazla şey yapmak gerekiyor. Yani belki diğer ülkelere göre Türkiye’de böyle şeylerden bahsetmek için çok daha derinlere inip derin analizler yapmanız falan gerekiyor. Öncelikle bizim empati kurabilmeyi, saygı duymayı, herkese hareket alanı bırakabilmeyi öğrenmemiz gerek diye düşünüyorum. 

Burada biraz mesafe ve maske algısının bizde oturamayışını, kişisel alana dair bir bilmeyiş içinde oluşumuzu konuşuyoruz. Onun müzikle benimse meraklı bir partnerle yolumun düştüğü Japonya’dan daha hiç pandemi olmadığı zamanlarda insanların maske takma alışkanlıklarına ve toplumsal alanda kendinden başkasını da düşünme hallerini konuşuyoruz. Benim bir göçmüş olarak, ülkeleri karşılaştırma alerjim tutmuyor neyse ki çünkü Görkem daha baştan söylediklerini bir yeri övmek bir yeri yermek için söylemediğini, ama bir gözlemin ona düşündürttüklerini anlatmak için bu bahsi açtığını vurguluyor. Bahsettiği şeyi, her anlamda fiziksel ve duygusal / ilişkisel anlamda birbirine alan açmak, mekân sağlamak bana müzikolojide de yapılan çalışmaları ve sahne sanatlarına bakışın bu temelde değerlendiriliş biçimlerini düşündürtüyor. Bu bir ihtiyaç noktası, dolayısıyla sağlanan mekân da mekânsızlık da muhakkak çalışılmalı, kalemimizin değdiği bir yerlerde eşelenmeli, diyorum kendimce. Sohbetin devamında bu ara kafama çok kazınan ve her görüşmeme iliştirdiğim soruya geliyoruz. Yapılan veri çalışmalarından (müzik platformunu herkese soruyorum) bir araya gelip birbirinden haberdar olma yoluyla bir topluluk oluşturma motivasyonuna, bu tür girişimlerin ona müzisyen olarak ne hissettirdiğini soruyorum… Gerisini Görkem’den dinleyelim; 

Yani ben tüm detaylarını bilmemekle beraber, mesela Merve Eryürük’ün müzik platformu projesini anlattığı videoyu izledikten sonra ikna oldum. Formu doldurdum, katıldım. Çünkü çok mantıklı bir argümanı, gayet açık bir dille anlattı. Bunun ne işe yarayacağını sorgulamak da bir tercih, devlete ismimi bu şekilde kaydettirmek istemiyorum deyip uzak durmak da bir tercih. Ama ben, yapıcı bir hamle olduğuna kanaat getirdim. Mevcut yönetimi beğenmiyor olmamız, küsüp de haklarımızdan feragat edeceğimiz anlamına gelmez. Dolayısıyla resmi gibi belge, kaç kişi olduğumuza dair resmi bir rakam bulunması gerekiyorsa üzerime düşeni yaparım. Tabii ki ne kadar gerçekçi ne kadar doğru rakamlar ortaya çıkar bilmiyorum. Ancak bu gibi konularda birbirimizden uzaklaşmanın, birbirimize düşman olmanın hiçbir yapıcı tarafı olduğunu sanmıyorum. Bizim yapamadıklarımızdan çok, yapabileceklerimize odaklanmamız gerekiyor.

Görkem’in işaret ettiği çözüm odaklı düşünme ihtiyacı, görmezden gelinmemek için “burada bu kadar insanız” deme ihtiyacı, bu görüşmeden sonraki sohbetlerde de konumuzun ana ekseninden geçiyor. Kimi müzik emekçisi Görkem’in de dediği gibi bazı bilgileri vermekten çekiniyor, belki gereksiz bulduğu bilgiler oluyor, ama yine de bu yolla anlatılabileceksek derdimizi tamam, diyor. Küsmemenin zorluğu, güçlülüğü gibi şeyler zihnimi kurcalarken bir yandan da çok temel şeylerin konuşulup çözüm arayışıyla sesinin açılıyor oluşu geliyor aklıma. Çünkü sokakta, kuliste, tanıdıksa bir işletmecinin yandığı dertle dile gelmesine alışkın olduğumuz sorunlar artık, topluluklar kendince çözüm çalışmalarında olsa da (aslında her zaman olduğu gibi) oralardan çıkmak zorunda… Dinler kitle, müzisyen, mekân sahipleri ya da müzik dünyasının farklı basamaklarındaki aktörlerin önce kendi arasında çözülmesi gerektiğini hatırlıyorum. Bu yüzden daha çok konuşmak, daha çok dinlemek ve odağı buralarda tutmak hepimizi düşündürtmeli sanki… Bu düşünme hâliyle, pandemiden bağımsız en temel olanı konuşacak kadar yalnız kalan müzik dünyasını neler iyileştirebilir, diye sordum Görkem’e. Bu soru, kurtarıcı bir cevap duymak niyetiyle sorduğum bir soru değil. Müzik emekçisinin ağzından duymak istediğim bir beklenti penceresi aralamak istiyorum… Görkem’in cümlelerine dönelim; 

Öncelikle müzisyenlerin, bir kurumdan medet ummayacak duruma gelmek adına bir şeyler yapmaları, daha sonra o bahsedilen kurumların müzisyenlerin menfaati için var olmalarını beklemeleri gerekiyor. Bu denklem maalesef tersten işliyor. Bu kurum derken müzik/eser sahipleri birliklerinden söz etmiyorum bu arada. Daha çok major plak firmalarından filan bahsediyorum… Eskiye nazaran daha az olsa da şunu görüyorum; bağımsız bir eser yayınlamak eskiye göre çok daha kolay veya işte dinleyicilerinize ulaşmanız daha kolay, ama yine de arkamda bir şirket olsun bana pr yapsın, bana şu kadar para versin, klip çekeyim, albüm şu kadara satayım, onları ikna etmek için de onların istediği bir kaç müzik parçası ortaya çıkarayım…Gibi bir yaklaşıma gerçekçi bir strateji nezdinde ihtiyacınız yoksa, asla kimseye faydası olmadığı gibi müzik firmalarına da “evet yani biz ne istersek onu yapıyorlar” dedirtiyor. Sen yapmazsan gider başkasını bulur nasıl olsa. Ne onlar bu vizyonla nitelikli bir üretim serisine vesile olabiliyorlar, ne de onlara uyanlar kısa süreli ve kimseye faydası olmayan popüleriteleri dışında ortaya bir şey koyabiliyorlar. Ne yaptıkları hakkında hiçbir fikirleri yok, tek stratejileri hali hazırda çok tutacağını garanti gördükleri şeylerden 30 tane daha yaparak piyango beklemek. Bu yıllardır böyle süre geldi. Özetle kimseye muhtaç falan değiliz. Ama müzik firmalarına, müzik kanallarına, radyolara asıl var oluş nedenlerinin müzisyenler olduğunu anlatamazsak aynen böyle devam.

Değişir mi peki sence? Bu süreç bize öğretmiş midir? 

Ya hiç sanmıyorum. Çünkü kolektif bilincin oluşması için herhalde çok daha başka bir tokat gerekiyor hepimize. Bizim genelde ilk düşündüğümüz, “içine düşülen bir durumdan nasıl sıyrılıp da kendimizi kurtarabileceğimiz” olduğu müddetçe bu dediğin şey biraz gecikecek. Aslında en çok iş müzisyenlere ve dinleyicilere düşüyor. Dinleyicinin birazcık daha ayıklayabilmesi, üretici olarak da ve kendimizi bir adım öne çıkarmakla uğraşmak yerine daha özel, ilham verici ve nitelikli işler yapmaya odaklanmamız gerekiyor. Bunu kendimi ayrı tutarak da söylemiyorum.

Kendi ayakları üzerinde durabilme, dediğin şey biraz düşündürdü… Ama evet, yine de katılıyorum. 

Bu sadece öyle müzikle sınırlandırılabilecek bir şey değil, tabii ki bir sürü parametresi var. Öncelikle maddi olarak bir müzisyenin ayakları üzerinde durabilmesi için e tabii ki para kazanması gerekiyor. Ilk zamanlarda biraz acı çekilir veya hep çekilir bilemiyorum ama bir yerden başlamak gerektiği kesin. Evde ve kendi stüdyonuzda kendi prodüksiyonlarınızı yapabilmeniz eskiye göre daha kolay. Son yirmi otuz senedir de artık bir müzisyen sadece çalgı çalarak, şarkı söyleyerek ya da söz yazarak artık hayatını geçiremiyor. Maddi anlamın dışında, bir yerde artık kayıt teknolojilerinden haberdar olmanız gerekiyor, kompozisyon bilmeniz gerekiyor belki, kendi reklamınızı kendiniz yapabilmek için çalışmalar yapmanız gerekiyor. Fikirler üretmeniz gerekiyor… Eskiden bir şarkı yaptığında bunu şu menajer, şu yapımcı ya da bu prodüktöre teslim edip, o zaten kendini kanıtlamış biri, bu fabrikadan çıkar gibi bir ürün çıkarmış oluyordunuz. Süresi zaten belli oluyor bu tür üretimlerin. Bir yerde şu kadar olacak ondan sonra bitecek, ondan sonra sen yaşlanacaksın yerine yeni biri gelecek gibi…  Böyle sürüp gelen bir şey. Yani bizden daha çok ürettiğimiz şeylerin öne çıkması, ürettiklerimizin niteliğine önem vermemiz uzun vadede geçerli bir çözüm olacaktır, diye düşünüyorum. 

Görkem’in bahsettiği eski usûl üretim çemberi bana müzisyenin de bir ürün haline geldiğini düşündürtürken, o da şu sıralar kendi adına konforlu bir üretim alanı için nasıl çözümler aradığından bahsetti. Benim için, bağımsız müzik emekçisi olmaya dair, bir label sahibi olmaya dair oldukça kapı aralayan satırlardı. Onun ardından da tanımlamalar, özellikle dijital platformlarda müzisyenlerin çaldıkları parçalarda ya da yer aldıkları projelerde isimlerinin görünmemesi gibi noktalara da değindik… 

Kredi vermek, bilgi eklemek ile ilgili genel olarak bir sıkıntımız var. Parçanın içinde kimlerin çaldığını hakkıyla bulamıyorsunuz her yerde. Müzisyenler kendi işlerini, kimliklerini tabi tanıtmak isterler. 

Bunu doğrudan Görkem’den aktardım, çünkü bu konu bu seri için konuştuğum çoğu müzisyenin dikkat çekmek istediği bir nokta. Özellikle de dijital platformlar söz konusu oldu mu dinleyici olarak da kayboluyoruz. Ve benim de bu süreçte öğrendiğim kadarıyla, biz bu bilgilerin girilmesini istersek, platformlardan bazılarına sorarsak eklemeler yapılabiliyor. İşin mutfağında kim olduğuyla ilgilenmediğimiz, onu kaçırdığımız vakit de müzik dünyasındaki bireyciliği beslemiş, müzik emekçisini görmezden gelip hakkına bir ok da biz atmış oluyoruz. Emek demişken, Görkem’e gelecek üretimlerin temposunu sorduğumda şunları söylüyor: 

Şu anda EP’yi tamamlamaya odaklandım ama planlarım bir anda değişebildiği için böyle kesin de bir şey söylemeyi tercih etmiyorum. Araya bir tekli daha sıkıştırmak isteyebilirim. Dolayısıyla sadece üretmeye devam. Artık ne zaman nasıl olursa o an görmek biraz daha iyi. Çünkü, her şey çok hızlı değişiyor… 

Gerçekten de öyle. Her şey çok hızlı değişiyor. Sohbetin ardından beş altı gün geçti, sıkıntılar güncelliğini korumakla, sözüm ona bir açılma yaşıyor müzik dünyası. O da başka görüşmelerin iç sesi olsun.

Görkem’le bir yerlerde denk gelmek dileğiyle, teşekkürle ayrıldık sohbetten. Benim de aklımda ve gündemimde işler yoluna girdiği vakit bile üretimle kurduğumuz ilişkinin belirleyici olacağını unutmamak kaldı. Dinleyici olarak da payıma düşeni düşünerek bu satırları iletiyorum okuyanına.

Siz bu dünyanın neresindesiniz? Nereye dair düşünüyorsunuz?

Yorum bırakın

Trending